Her serinin bir sonu vardır; bu bazen hiç beklenmedik zamanlarda kapıyı çalar.
Fenerbahçe, geride kalan 5 sezonda büyük maçları iyi oynayamadığı bir seriye de sahip aynı zamanda; bu, takımın teknik taktik olgusu, oyuncu çeşitliliği, kalitesi ve teknik direktöründen bağımsız bir gerçekliktir ki en önemli sorumluluk payının Yönetim’de olduğunu akılda tutmak gerekiyor.
Fenerbahçe Yönetimi büyük maçların öncesindeki psikolojik ortamı kesinlikle yönetemiyor; yeri gelmişken, maçtan bir gün önce haftalardır herhangi bir basın yayın organında görünmeyen Başkan’ın taraftar nezdinde belki de en az sevilen bir medya kuruluşuna telefonla bağlanmasının ne işe yaradığı sorusunu da sorabiliriz.
Şu gerçeğin bir türlü öğrenilemediğini görüyor, izliyoruz.
Fenerbahçe’de son 6 sezonda birçok oyuncu geldi, gitti. Transfer edilenlerin önemli bölümünün Süper Lig için yeterli olduğu görüşümü burada tekrar etmek istiyorum. Bugünküler de dahil olmak üzere neredeyse tamamı çıktıkları büyük karşılamalarda sahip oldukları perfermanslarını sahaya yansıtamadıkları gibi Trabzonspor karşısında olduğu gibi hiç de beklenmedik, farklı skorlarla geriye düşüp, maçları kaybettiler.
Neden?
Bu kadar üst üste tesadüf olur mu?
Veya,
Fenerbahçe ezeli rakiplerine karşı bu kadar eksik, zayıf, güçsüz mü?
“Hayır!”
Fenerbahçe, Trabzonspor’a sahasında 1997’den bu yana kaybetmiyordu. Dün bu seri de sona erdi. Tıpkı öncesindeki uzun yıllar süren Galatasaray, Beşiktaş serileri gibi.
Bu seriler nasıl oluştu ya da bugün neden teker teker bayrak düşüyor?
Çünkü Fenerbahçe bu maçları hem çok önemsiyor hem de rakiplerinden daha fazla konsantre olarak kazanmak üzerine motive oluyordu.
Sahada maçı kazanan oyunculardır ve onlara teknik taktik veren teknik direktörlerdir, burası kesin ama büyük takımlar hem tarihlerinden hem de onların bilincine sahip yönetimlerinden büyük güç alırlar.
Takıma yeni dahil olmuş oyuncu grubuna bu bilinç nasıl ve kimlerin aracılığıyla verilecektir?
Hep söylüyoruz; bu Samandıra’da tek başına İsmail Kartal’ın altından kalkacağı ve her şeyin antrenman sahasında halledileceği bir iş değildir.
Büyük takımların tarihlerinde böyle gelmiştir, bu şekilde de devam edecektir.
Fenerbahçe zaten futbola ait kurumların büyük bölümünde etkisiz ve çoğunlukla da çaresizdir.
Önceki akşam Başkan Ali Koç’un telefon aracılığıyla ifade ettiği şeyler ne kadar doğruysa bir başka gerçeklik de Fenerbahçe’nin bu doğrulara karşı bir şey yapamaması, elinin kolunun bağlı olmasıdır.
Fenerbahçe, Trabzonspor maçına zaten sahaya çıkmadan önce bu sebeplerden ötürü 1-0 geride başladı. Onuachu’nun golüyle durum 2-0, ikinci yarının başında 3-0 değil, 4-0 geriye düştü.
Buradan sonra sahadaki oyuncu için her şey o kadar zordur ki!
Maçın teknik taktik özelinde elbette İsmail Kartal’ın yanlışları, sahadaki bazı oyuncuların hataları, eksiklikleri, yetersizlikleri oldu.
Ancak bütün bunlar yine sahada bir sonraki maçta düzeltilebilecek sorunlardır; diğeri kalıcıdır ve çok daha yüksek araç, gereç, donanım, ötesinde “süreç/proses” istemektedir.
Buraları neredeyse 13 senedir yazıyorum; sanılmasın eleştiri sadece bugünkü Yönetim’le sınırlıdır. Önceki Yönetim de o “süreç” meselesinin içini dolduramadığı için büyük bir kuşatılmışlık ve kumpaslarla mücadele etmek zorunda kalmış; neticesinde kendisini tüketmiş, camiası ile arası bozulmuştur.
Saha içine gelebilirsek, Fenerbahçe’nin aksine rakipleri ona karşı hem çok iyi hazırlanıyor hem de motive çıkıyorlar. Trabzonspor için Fenerbahçe maçları zaten neredeyse sezon finalleri gibi oynanıyor.
Trabzonspor, 3-0 kazandığı Beşiktaş karşılaşmasını 15, 2-0 kaybettikleri Galatasaray maçını sadece 7 faul ile tamamlarken, Fenerbahçe’ye karşı oyunu 25 faul ile bitirdi.
Fenerbahçe’ye karşı 60 ikili mücadele kazanırken, Beşiktaş maçını 53, Galatasaray karşılaşmasını 49 ikili mücadeleyle tamamladı.
Bu veriler bize ne kadar konsantre olduklarını da gösteriyor.
Diğer taraftan Fenerbahçe’nin bozulan bir omurgası olduğundan söz etmemiz doğru yaklaşım olacaktır.
Futbolda stoper tandeminin ne kadar önemli olduğunu Avrupa’daki büyük takımlardan da takip edebiliyoruz.
Fenerbahçe geçtiğimiz sezonlarda bu tandem oluşumu için oldukça formülasyonlar denedi ve günün sonunda iş yine geçen seneki denkleme geldi dayandı ki bu gerçekten büyük talihsizlikti.
Hem Samet hem Oosterwolde Trabzonspor’un neredeyse tek kişilik atak organizasyonları karşısında tutunamadılar.
İlk golde Samet’in Visca’nın koşusu karşısında metrelerce geri kalınca oyuncu Onuachu’ya neredeyse antrenmandaymışcasına rahat bir asist çıkardı. Bu oyuncunun da Oosterwolde’nin savunmasından yine metrelerce uzak kalması çok rahat bir kafa vuruşu yapmasını sağladı.
İkinci yarının hemen başında üçüncü gol öncesinde Samet’in yaptığı hata, “geriden nasıl topla çıkılmaz” sorusuna bir örnek gibiydi.
İkinci golde de o mesafelerde gol yenmesin diye transfer edilen kaleci Livakovic’in hatası vardı.
Orta alandaki en büyük gedik de kuşkusuz Fred’ti. Bu oyuncunun görevini Zajc’ın yerine getiremeyeceği çok açıktı ki öyle de oldu.
Ancak aynı yerde Crespo da oynası belki sonuç değişmeyecekti. Çünkü Fred ile Fenerbahçe’nin 8 numara parselasyonunda farklı bir oyun oynanıyor.
Fred’in eksikliği bir bakıma İsmail’i de yalnızlaştırdı. Belki sezon başından bu yana en eksik oyununu oynadı, İsmail Yüksek.
Her paragrafta bir futbolcunun ismi üzerinden meseleyi tartışmam, bu oyuncuları hedefe koyduğum yanılgısı yaratmasın.
Fenerbahçe “takım” halinde bu maçı kaybetti.
Her kim bu takım içinden futbolcuları cımbızla çıkarıp onlar üzerinden infaz gerçekleştirirse o kişinin oyun üzerinden yorum yapmadığını düşünebilirsiniz.
Fenerbahçe her şeye rağmen kazanması gereken bir büyük maçı kaybettiğinin tekrar altını çizelim. Bu potansiyeli de vardı; ancak yapamadı.
Futbolda klasik bir söylem vardır; “önümüzdeki maçlara bakacağız” diye.
Zor bir sürece giriyor Fenerbahçe; özellikle Süper Lig’te. Bu yazı içinde öncelikleri sıralamaya çalıştım.