Sessizlik arayışçısı ve gezgin Erling Kagge, üç kutba yürüyerek varan ilk kişi değil sadece. Aynı zamanda, bu yolculukların hayatta neye denk geldiğini düşünen; yalanlarla, belirsizliklerle ve kaygılarla örülü yaşamımızda yürümenin ve sessizliğin önemini anlatan bir yazar.
Sessizliğin ve tek başınalığın pek de hoş karşılanmadığı gösteri ve gürültü çağında Kagge, kalabalıktan kaçışı ve konuşmasızlığı anlatmaya çabalıyor. Başka bir deyişle suni sessizlikler ve yalnızlıklar yerine, arı duruluğu ve özgürlüğü öneriyor.
“Kutup gecelerinin durağan kasveti”nden beslenen Kagge, Thoreau’nun “yeteri kadarsa az değildir” düsturuyla hareket ederek neoliberalizmin mutluluk formüllerine hiç yüz vermeden ufak lokmalardan ve büyük sessizliklerden; dünyadayken dünyayı paranteze alabilme bilgeliğinden bahsediyor kitaplarında.
İnsanın yürüdükçe insanlaştığını ve bunun öğrendiğimiz “en tehlikeli iş” olduğu, yolculuklar sırasında karşılaştıklarımızı anlatarak dili geliştirdiğimiz notunu düşen Kagge, bir bakıma özgürlüğün ayak izleriyle ve onun dildeki karşılığıyla buluşturuyor bizi. Böylece hepimizi oturmaya ve sürekli konuşmaya zorlayan modern dünyada, yürümeyi ve sessizce izlemeyi öne çıkarıyor.
Kagge, sükûneti ve hareket halinde olmayı anlattığı ‘Gürültü Çağında Sessizlik’in ve ‘Yürümek Adım Adım’ın ardından kaleme aldığı ‘Bir Kâşifin Felsefesi’yle üçlemeyi tamamlıyor; doğayla baş başa kaldığı anlardan edindiği tecrübeleri paylaşıyor.
GÖREREK VE HESAPLAŞARAK YÜRÜMEK
Kagge’nin bahsettiği doğayla bir arada ve değişimin içinde olma, günümüzde pazarlanan yalnızlıktan ve keşif gezilerinden hayli farklı. Yazar, gezginliği ve keşfi etrafta olup biteni anlama ve doğanın işleyişinin farkına varma şeklinde yorumluyor. Kar tanelerinin ve kayaların birbiriyle aynı olmadığını, doğanın kendine özgü dilini ve bilincini görüyor. Bunları kavrayamamanın ve doğadan uzaklaşmanın, insana mutsuzluk getirdiğini ve onu tektipleştirdiğini söylüyor.
‘Bir Kâşifin Felsefesi’, doğaya karışma fikri üzerine kurulu bir metin; Kagge’nin, hayallerini adım adım nasıl gerçekleştirdiğini okuyoruz ve onun karşılaştıklarıyla karşılaşıyoruz. “Disiplinli olmayı karda, buzda ve dağlarda öğrendim” diyen bir kâşifle yüzleşiyoruz.
İyimserliği ve zamanımızın kahramanı kaygıyı aşmayı yine doğada öğrenen Kagge, yürüyüşün körlemesine değil, görerek ve hesaplaşarak; her türlü koşulu ve ihtimali hesaba katarak yapılabileceğini hatırlatıyor.
Kagge’ye göre yürüyüş, illa bir keşifle sonuçlanmak zorunda değil; yalnızca yürünebilir de. Ancak bir şeye ulaşma eşiğine gelmek, bazen korkutucu bir hal alabiliyor, kapıyı aralamak için tek adım kalmışken insan anlamsızca ya da herhangi bir neden olmaksızın geri çekilebiliyor. Yazar, tüm bunlardan sonra, her koşulda ileri gitmeye ve günlük yaşamda yaptığımız çoğu şeyin aslında o kadar da önemli olmadığına karar verme aşamalarını anlatıyor metinde.
‘HAYATLARIMIZ ASLA TEHLİKEDEN AZADE OLMAYACAK’
“Kutuplara yapılan keşif yolculuklarının tarihi, her türlü kötü ihtimale rağmen hayatta kalan insanların hikayesiyle doludur” derken ihtimal ve olasılık ayrımı yapmayı öğrendiğini söyleyen Kagge, dağlardan ve buzullardan bakarak günümüze dair bir not düşüyor: “İnsan için neyin mümkün neyin imkânsız olduğu değişiyor, her şeyin hiç olmadığı kadar hızlı değiştiği bir zamanda yaşıyoruz.”
Kagge, yalnızca kendi keşif gezilerini ve bunlara dair hikâyeleri anlatmıyor; kendisinden evvel benzer yollardan geçenleri de yâd ediyor. Yazarın esprisi, öğrendikleriyle yeni öğrenme yolculuklarına çıkıp bunları meraklısıyla paylaşmak. Hayatta kalmak ve tecrübe kazanmak arasındaki ince çizgiye ilişkin anlattıkları bunlardan yalnızca biri. Gitme ve kalma cesareti ya da kazanma ve kaybetme arasındaki küçük mesafeyi bunlara eklemek mümkün: “Hayat yolundaki kısa yolculuklar da çok tehlikeli olabilir, nitekim medenî yaşamın yaban dünyadaki yolculuklar kadar tekinsiz olabileceğini çok kez hissetmişimdir. (…) Yabanda olsun gündelik yaşamda olsun, hayatlarımız asla tehlikeden azade olmayacak. Öte yandan kişi, kendi seçtiği yoldan yana zar atınca tehlikeye meydan okumak başlı başına bir arzu haline geliyor. Yoksa helikopterle veya motorlu kızakla da kutuplara gidebilirsiniz zaten. Keşif yolculuğu öncesi riski asgariye indirmek gerek elbette ama risk olmadığında, kazanılacak ya da kaybedilecek bir şey de kalmıyor.”
DOĞA KARŞISINDA KÜÇÜLMEK
Kagge’nin doğada ve buzullarda öğrendiği iki şey daha bulunuyor: Mutluluk peşinde koşmamak ve yalnız kalabilmek. Dahası var: Bilginin izini sürmek, başkalarıyla yaşamak ve durağan olmamak. Yazar, bunlar içinde yalnızlığa ayrı bir parantez açıyor: “Güney Kutbu’ndan döndüğümde bu yolculuğun bana öğrettiği önemli bir şey olup olmadığını sordular. Elbette oldu diye cevapladım. Sonra bir gazeteci ne öğrendiğimi sordu. Buna basit bir cevabım yoktu. O elli günün, hayatımın en öğretici tecrübesi olduğuna kuşkum yoktu tabii ama anladığınız her şeyi kelimelere dökmek de kolay değil. Benim için yolculuk Antarktika’ya gitmeden önce başlamıştı ve hâlâ devam ediyor. Bugün, aradan geçen onca yıla rağmen buzlar üzerinde gece gündüz yürümekten ne öğrendiğimi tam olarak açıklayamıyorum. Fakat o dönemde anladığım ve dile getirebildiğim bir şey var: Daha önceki hayatımdan farklı bir şekilde yaşamam pekâlâ mümkünmüş meğer. Tek başına olmak, belirsiz bir süre boyunca kendi başına kalmak hiç de tehlikeli değilmiş. Aslında tehlikeli olan şey, bunun tam tersiymiş.”
Sessizliğin ve doğanın dilini öğrenme aşamalarını anlatan Kagge, küçük adımlardan ve ufak lokmalardan nasıl keyif aldığını, kutuplarda seçenek azlığından haz duyduğunu paylaşıyor. Başka bir deyişle mahrumiyetin insanı olgunlaştırdığını ve iyi bir öğretmen olduğunu hatırlatıyor. Benzer biçimde şık yenilgilerin, sorumlulukların, gerçek özgürlüklerin ve kayıpların da…
Nelerle karşılaşacağını hiç bilmeden yola koyulan, “iyiliksever ol” ve “kamp yaptığın yeri daima bulduğun gibi ya da daha iyi halde bırak” kurallarına harfiyen uyan Kagge, hepimizi yolculuklarına dahil ederken yürüyüşleri sırasında kazandığı tecrübeleri anlatıp içini döküyor ‘Bir Kâşifin Felsefesi’nde: Doğadaki yaşamın inceliklerinin yanı sıra kendi yaşamından parçaları seyahatleriyle birleştiriyor. Attığı her adımla yaş aldığını ve doğa karşısında küçüldüğünü hissediyor.